Son günlerde yaşanan ilginç bir durum, pek çok insanı derin bir belirsizlikle karşı karşıya bıraktı. Türkiye’de, resmi kayıtlarda ölü gözükmesine rağmen gerçekte hayatta olan yaklaşık 6 bin kişinin, yaşadığını ispatlamak için mücadele verdiği öğrenildi. Bu durum, bireylerin sosyal güvenlik haklarından mahrumiyetine ve psikolojik olarak yaşadığı zor süreçlere sebep oluyor. Hayatta olup olmadığını kanıtlamaya çalışan bu bireylerin haberleri, kamuoyunda büyük ses getirdi ve birçok soru gündeme geldi. Neden bu insanlar ölü olarak kaydedildi? Peki, şimdi ne olacak? İşte bu soruların yanıtını ararken, olayın detaylarını inceleyelim.
Ölüm kaydı bulunan bu bireyler, sosyal güvenlik sisteminden mahrum duruma düştükleri için ciddi zorluklarla karşılaşıyor. Resmi kayıtlarda ölü olarak görüldükleri için hiçbir resmi kuruma başvuruda bulunamayan bu kişiler, sağlık hizmetlerinden de yararlanamıyor. “Ben hayattayım, neden ölü gözüküyorum?” sorusu ise birçok kişinin ortak şikâyeti haline gelmiş durumda. Bu zorlu süreç, kuşaklar boyunca yaşanan bürokratik hataların ve sistemin karmaşasının bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor.
Bireylerin aileleri de bu süreçten etkileniyor. Öldü kaydedilen bireyler, gerçekte evde yaşarken, aileleri defalarca kez adli mercilere başvuruda bulunmak zorunda kalıyor. Ancak pek çok aile bu süreçte umutsuzluğa kapılmış durumda, çünkü sistemin işleyişi son derece yavaş ilerliyor. Aralarından bazıları, yanlışlıkla ölü olarak kaydedildikleri için miras davaları gibi hukuki süreçlerle bile yüzleşmek zorunda kalıyor. Yaşayanlar, ölü sayılanların resmi kayıtlarda nasıl düzeltilmesi gerektiği konusunda çeşitli mahkemelerde uzun mücadeleler vermeye devam ediyor.
Bu yanlışlıkların düzeltilmesi için çözüm arayışları sürerken, bazı sivil toplum kuruluşları da devreye girdi. Yaşadığı halde ölü olarak kaydedilenlerin desteklenmesi ve seslerinin duyurulması amacıyla kampanyalar başlatıldı. Özel hukuk büroları, bu bireylerin hakları için mücadele eden avukatlar ile iş birliği yaparak, ücretsiz hukuki destek sağlamaya başladılar. Ancak, bu hastalıklı durumun göz ardı edilmesi, bireylerin günlük yaşamlarını derinden etkiliyor. Hayatta olan ancak ölü olarak kaydedilen bireyler, kimlik belgesi çıkarmak, işe girmek veya kendi adlarına mülk edinmek gibi durumlarda güçlük yaşıyorlar.
Devlet yetkilileri, konuyla ilgili çalışmalarını sürdürdüklerini belirtse de, bu sorunun köklü bir çözüme kavuşturulması zaman alacak gibi görünüyor. Milyonlarca kişinin hayatını etkileyen bu karmaşa, daha önce yaşanmamış bir durum değil ama bu kadar çok sayıda insanın aynı durumla karşılaşması, dikkat çekici bir şekilde gündemi sarsıyor. Olayın sadece bireyleri değil, ailelerini ve toplumu da olumsuz etkilediği bir gerçek. Türkiye’nin hukuki sisteminin bu tür sorunları hızlı ve etkili bir şekilde çözebilecek kapasitede olup olmadığını sorgulamak, bu süreçte en önemli konulardan biri haline geliyor.
Özetle, kayıtlarda ölü görünen 6 bin kişi, varlıklarını ispatlamak için adli mercilere başvuruda bulunuyor. Her ne kadar günümüz teknolojisi ve adalet sistemleri, bu tür durumların önüne geçmek için çaba gösterse de, yaşanan bu durum kişilerin hayatta yaşamlarının sürdürülmesinde büyük engellere yol açıyor. Mücadelenin her bir boyutu, bant gibi gerilmiş sosyal, psikolojik ve hukuki boyutları içeriyor. Bu yazıda, ölen olarak kaydedilen bireylerin hikâyesini anlatmaya çalıştık, ancak unutulmamalıdır ki; her birey, adaleti ve yaşam inancını korumak için çaba sarf ediyor. Bu tür karmaşık durumların çözüme ulaştırılması, toplumsal bir sorumluluktur ve bu sorumluluğun üstesinden gelmek adına hepimize görev düşmektedir.